Hellenistik ve Roma dönemi Smyrna’sının Günümüzde Kadifekale olarak bilinen ve antik kaynaklarda Pagos olarak adlandırılan akropolisi. Smyrna Akropol tepesi, konumu gereği deniz tarafında tüm İzmir Körfezi’ni, kara tarafında ise Yeşildere Vadisi ile Bornova Ovası’nı denetim altında tutabilecek bir bakış açısına sahiptir.

Kadifekale’nin güney, doğu ve kuzey surunun önemli bir kısmı bugün ayakta değildir. Ancak batı yönelimli sur bölümü çeşitli, zamanlarda yapılan restorasyon çalışmaları ile daha şanslıdır. Kalenin güney yönelimli sur hattı üzerinde son yıllarda yapılan kazı çalışmaları ile Büyük İskender’in Smyrna’yı ele geçirmesinden sonra Bayraklı’daki kentin Kadifekale ve eteklerine taşınması sırasında inşa edilen ilk sur kalıntılarına rastlanılmıştır. Kentin buraya taşınmasında İskender’in komutanları Antigonos ve Lysimakhos zamanında gerçekleştiği antik kaynaklardan öğrenilmektedir. Söz konusu Hellenistik sur hem akropol tepesini hem de kent alanını çevreliyordu ve yeni Smyrna’nın ilk inşaat projelerinden biri idi. Akropolü çevreleyen yaklaşık 3 m kalınlığındaki sur doğrudan andezit anakaya üzerine inşa edilmiştir. Surun iç ve dış cepheleri bosajlı bloklarla örülmüş ve iç kısmı moloz taş doldurulmuştu.

İ.Ö. 4. Yüzyılın sonu 3. Yüzyılın başında inşa edilen ve Kadifekale’deki tepeyi çevreleyen sur alanı bir yandan kentin savunma sisteminin merkezi diğer yandan da kentin en kutsal alanı idi. Benzeri tüm kentlerde olduğu gibi kentin tanrı veya tanrıçası için en uygun noktaydı. Yapılan kazı ve araştırmalarda Athena kültüne ve tapınağına ilişkin bilgilere ulaşılmış değildir. Bununla birlikte akropol tepelerinde kentin tanrı veya tanrıçası dışındaki diğer tanrı veya tanrıçalara ait tapınakların, sunakların veya tapınma nokta ve alanlarının olduğu bilinmektedir. Nitekim kazı çalışmaları sırasında ele geçirilen ve üzerinde “Artemis için” yazısı bulunan bir kase, en azından Artemis kültünün tepe üzerindeki varlığına işaret etmiştir.

Yaklaşık 600 x 210 m karelik bir alanı çevreleyen surun ilk inşa tarihinden itibaren Hellenistik dönem boyunca kullanılıp kullanılmadığı, onarım geçirip geçirmediği bilinmemektedir. İlk inşa edilen surun en azından Geç Roma döneminde tümüyle gözden geçirildiği bilinmektedir. Augustus’un İ.Ö. 27 yılında Roma’nın ilk imparatoru olmasından sonraki 200 yıldan daha fazla bir süre Pax Romana adı verilen Roma Barışı zamanında Roma İmparatorluğu’nun kıyı kent ve bölgeleri hariç tüm diğer coğrafyalarda huzur ve refah süreci yaşanmış, kentlerde surlar ihmal edilmiş, hatta kentler surların dışına taşmıştır. Kadifekale’de, Geç Roma dönemine işaret eden çok az bölüm günümüze ulaşmıştır. Bu bölümlerde ince kireç harcı derzlere sahip blok taş duvarlar örgüleri görülmektedir.

Kesin tarihlere Olasılıkla akropolü çevreleyen Hellenistik sur izi Romalılar tarafından da esas alınmıştı ve kesin bir tarih vermek mümkün değilse de Geç Roma döneminde, İ.S. 3. ve 4. Yüzyılda, yapılan onarımlarla birlikte bu surun kent suru gibi İ.S. 7. Yüzyıla kadar kullanıldığı ve bu yüzyılda kale ve kent surunun Arap saldırılarına karşı yeniden gözden geçirildiği sanılmaktadır.

1080-1096 yıllarında İzmir’deki ilk Türk egemenliğini kuran Çaka Bey zamanında da Smyrna’nın kale ve kent surlarının iyi durumda olup olmadığı da bilinmemektedir. 

İmparator Andronikos I Komnenos ile birlikte başlayan Bizans’daki taht kavgaları 1204’de 4. kez yola çıkan Haçlıların Kudüs’e gitmek yerine İstanbul’a yönelerek kenti ele geçirip yağmalamışlardır. İstanbul’da Haçlılar bir Latin Devleti kurarken, Bizans Devleti’ni ayakta tutmaya çalışan ve Konstantinopolis’i terk etmek zorunda kalan Theodoros I Laskaris İznik merkezli olarak 100 yıl kadar Batı Anadolu’da ve Smyrna’da Bizans İmparatorluğu’nun etkin olmasını sağladı. Özellikle Ioannes III Vatatzes* (1222-1254) zamanında Smyrna yakınındaki Nymphaion* (Kemalpaşa) İznik-Bizans Devleti’nin ikinci bir idari merkezi olurken, Smyrna devletin en önemli ticaret ve askeri limanı ile tersanesi haline geldi.

Bu yeni ortamda Bizans’ın en önemli limanı haline gelen Smyrna’nın savunmasını güçlendirmek için kent suru ile birlikte Kadifekale de esaslı bir onarımdan geçirilmiştir. Yıkılmış veya hasarlı sur parçaları onarılmış, kuleler yenilenmiş ve yenileri eklenmiştir. Kadifekale surlarının bugünkü hali büyük ölçüde bu dönemden kalmadır. Bu dönemde kireç harçlı moloz taşlar cephelerde ve iç dolguda kullanılmıştır. Kale içinde ise yine bugün görülebilen ve iyi durumda korunmuş olan sarnıç yapısı ile bir kilise (Olasılıkla Hagios Demetrios Kilisesi idi.) ve manastır da inşa edilmişti. Güçlendirilmiş surları, ibadet yapıları ve sarnıcı ile hem güvenlik hem de diğer temel ihtiyaçlara yönelik inşaat faaliyetleri kale içinde sivil unsurların ve nüfusun artmasını sağlamış, böylece Kadifekale klasik bir kale kent haline dönüşmüştür. Kalenin kuzeybatı köşesi ise hem kalenin güvenliği hem de İzmir’in güvenliğine katkıda bulunacak bir hisara dönüştürülmüştür. Bugün sur ve sarnıç dışında sözü edilen yapı izlerine ilişkin arkeolojik bulgulardan yoksun veya eksik bulunmaktayız.

1300 civarında artık hemen bütün Anadolu Türklerin eline geçtiğinde en geç 1308 veya 1310’da Kadifekale Aydınoğlu Mehmet Bey’in eline geçmiş, Kadifekale bu tarihten itibaren İzmir’in Türk sakinlerinin mekanı olmuştur. Ancak Türkler Liman Kalesi’ni (Hisar Cami ve çevresi) ele geçirememişlerdi. Kadifekale, Beylikler ve ardından Erken Osmanlı dönemlerinde de bir kale kent görüntüsünü devam ettirmiştir.

Bu süreç ile birlikte Türkler arasında kalenin adının Kadifekale, kentin adının İzmir olarak ünlenmeye başladığı görülmektedir. Nitekim üç yüzyıl sonra Evliya Çelebi Kadifekale için “Büyük İskender ile çağdaş olan Kaydefa Melike adlı kraliçenin yapısı ve tahtıdır.” demektedir. Buna ek olarak “Selçuklu Sultanı …. vezirlerinden Sığla oğlu Ali Bey namında bir namlı yarar vezir bu İzmir’i yine Kaydefa soyundan İzmirne adlı bir kraliçenin elinden” aldığından bahsederek kentin isminin geldiği kaynağı belirtmektedir.

Mehmed Bey’in beylik topraklarını çocukları arasında paylaştırdığında Kadifekale’den ibaret olan İzmir 1326/7’de Umur Bey’e verilmiştir. Bu Düsturname-i Enveri’de şöyle anlatılır:

Çün Umur paşayı gördü ki dilir

Kıldı İzmir eline anı emir

Umur Bey’in ısrarlı çabasıyla Liman Kalesi de 1326’da Cenevizlilerden alınmıştır. Böylece ilk kez İzmir’de aşağı ve yukarı kentte Türk hakimiyeti kurulmuş oldu. 1334’de Aydınoğlu Mehmet Bey’in ölümü üzerine Ulubey olan Umur Bey zamanında Aydınoğulları Beyliği’nin merkezi Smyrna oldu. İzmir’deki tersanelerde inşa edilen donanma ile Ege Adalarında ve İstanbul’a kadar olan bölgeye akınlar düzenlemesinden bıkan Bizanslıların Papa’ya başvurmaları ile 1344’de bir Haçlı donanması ani baskın neticesinde Liman Kalesi ve kale civarındaki şehri ele geçirmişse de Kadifekale Aydınoğullarının elinde kalmıştır.  

14. yüzyılın ortalarında İzmir’e gelen İbni Batuta’dan Umur Bey’in bir hisarda konakladığını ve dönemin Türk İzmiri’nin önemli din büyüklerinden Ahmediye (Rıfai) tarikatı şeyhlerinden Şeyh Yakub’a ait bir tekke ve zaviyenin Kadifekale’de olduğu öğrenilmektedir. Umur Bey’in konakladığı hisarın olasılıkla içkale olması güçlü olasılıktır.

Dönemi anlatan önemli bir kaynak olan Düsturname-i Enveri’de, Prof. Dr. Ş. Gökovalı’nın aktarımıyla, Umur Bey zamanında İzmir aşağıdaki gibi anlatılmaktadır:

 

İki kale idi İzmir ol zaman

Birini Mehmet Bey almıştı nihan

Biri anın dopdoluydu Frenk

İşleri dün ü gün İslam ile cenk

Bahrdir üç yanı bir yanı kara

Kaleyi kılmışlar ana daire

Yanına bir kimse anun varamaz

Kuş olup uçarsa ana giremez

Beyit Aydınoğulları zamanında İzmir’in iki idareli yapısını anlatması bakımından önemlidir. 1389’da Aydınoğullarının toprakları Yıldırım Bayezid zamanında Osmanlı egemenliğine girdiğinde Kadifekale de Osmanlıların kontrolüne geçti. İlk Osmanlı egemenliğini takiben Moğollar İzmir’de görünmüştür. Daha önce Umur Bey zamanında kısa bir süre ele geçirilmesi dışında bir türlü Türkler tarafından ele geçirilemeyen Liman Kalesini alarak kısa sürede İzmir’i terk etmişlerdir. Moğollar kentin yönetimini Aydınoğullarının mirasçısı Musa Bey’in kontrolüne verdiler. Böylece hem “Türk İzmiri” hem de bugün de söylene giden adıyla, liman kalesi ve çevresindeki yerleşim alanını ifade eden “Gavur İzmiri” nihai olarak bir arada Türk kontrolü altına girmiş oldu. Musa Bey’in ardından Cüneyd Bey’in egemen olduğu kent 10 günlük muhasara sonrasında Kadifekale’ye sığınan annesi, eşi ve çocukları ile birlikte 1415’de Çelebi Mehmed’in eline geçince Liman Kalesi gibi Kadifekale surları da bir daha mukavemet için kullanılmasın diye onun tarafından yıktırılmıştır. Kaçan Cüneyd Bey annesinin ricası üzerine Çelebi Mehmed tarafından affedilmiş ve ömrü oldukça Osmanlı hakimiyetini tanıyacağına yemin eden Cüneyd Bey’e Niğbolu Sancağı verilmiştir.

Yıktırılan surlar 15. yüzyılda Fatih zamanında yeniden onarılmış, güney sur bugün halen görülebileceği gibi üçgen ve dörtgen planlı payandalarla desteklenmiştir. Kazı çalışmalarında Kadifekale’de ele geçen sikke yoğunluğu içinde Fatih dönemi (1451-1481) sikkeleri en fazla sayıda temsil edilmekte olup kalenin son nüfus yoğunluğu ile bu durumu ilişkilendirmek de mümkündür.

Ancak 16. yüzyıla gelindiğinde, Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) zamanında kalenin ıssızlaştığı, sadece hisarın güvenlik amaçlı olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.   Kadifekale’yi 17. yüzyılda gören Evliya Çelebi, kalenin harap durumda olduğunu, içinde asla ev olmadığını, ancak çok sayıda tarla ve bağların olduğunu, ancak hisarının bakımlı olduğunu ve içinde bir dizdarı, 20 neferi ve 20 kiremit örtülü hanesi bulunduğunu yazmaktadır. Bu durumu kale içi yerleşimin sona ermesine karşın hisarının güvenlik amacıyla halen kullanılmakta olması ile değerlendirmek mümkündür ki, en azından 18. yüzyılın ilk yarısına kadar kullanıldığı bilinmektedir. Hisarın bu dönemdeki bir önemli özelliğini daha E. Çelebi’den öğrenilmektedir. O, İzmir ileri gelenlerinin 100 Mısır hazinesi malları burada saklıdır. Zira İzmir’in aşağı şehri gayet mamurdur, ama korunaklı değildir, haşarat leventler yuvasıdır. Celali ve Harami korkusundan bütün ileri gelenlerin malları ve değerli eşyaları bu yukarı iç kalede saklıdır. demektedir..

A. Galland da, 1678’de, kale duvarlarının enkazının sağda solda bulunduğunu, enkazı kalmış binalar topluluğu olan kalede hiçbirşeyi tanımlamanın olası olmadığını belirtmektedir. Galland ayrıca içkalede beş altı Türk ailesi olduğundan, bunların bir kulenin tepesinde bulunan birkaç küçük odayı işgal ettiklerinden ve burada çirkin bir top namlusu gördüğünden bahseder ki, bu Evliya Çelebi’nin anlattıklarına paralellik göstermektedir.

Kalenin ama olasılıkla hisarın 1736’da bir kez daha onarım geçirdiği bilinmektedir. 18. yüzyılın ikinci yarısında kente gelen Chandler ise, Kadifekale’nin harap durumda olduğundan bahsetmektedir. Anlaşılan o ki, 18. Yüzyılın ortalarına doğru tüm fonksiyonlarını kaybetmiş ve tümüyle terk edilmiştir.